29 Haziran 2019 Cumartesi

Ben Yoruldum Hayat Gelme Türküsünün Yorumu

Ben Yoruldum  Hayat Gelme Üstüme
                                 

Ben yoruldum hayat gelme üstüme
Diz çöktüm dünyanın namert yüzüne
Gözümden gönlümden düşen ďüşene
Bu öksüz başıma göz dağı verme
Gözümden gönlümden düşen düşene
Ben yanıldım hayat vurma yüzüme
Yol verdim sevdanın  en delisine
O yüzden ömrümden giden gidene
Şu yalnız başımı eğdirme benim
O yüzden ömrümden giden gidene
Şu yalnız başımı eğdirme benim
Ben pişmanım hayat sorguya çekme
Dilersen infaz et kar etmez dilime
Sözlerim ağırdır dokunur kalbe
Şu suskun ağzımı açtırma benim
Sözlerim ağırdır dokunur kalbe
Şu suskun ağzımı açtırma benim

Bazen sevdiğin şarkıları dinlerken rast gelirsin bazı şarkılara daha içten daha samimi gelir ve yaşatır o duyguyu içinde işte. İşte Mümin Sarıkaya 'dan bu türküyü dinlerken bir şey bam diye dokundu içime. Galiba kendimi buldum   ben yoruldum hayat gelme üstüme .  Arkadaşlarım diyor ne buluyorsun bu şarkıda  onlara diyemedim bazılarımız içinde yaşar duygularını .
Size her zaman güldüğüme bakmayın yaralı bir erkek çocuğuyum ben.

Şu sıralar hayatımdan  gözümden gönlümden düşenlerin sayısı arttı . Hele bir tanesi varki bunlardan  hiç aklımdan çıkmıyor hem  gönlümden düştü hemde aklıma yerleşti vicdansiz işte . Bazı geceler rüyalarıma girer uyanırım açarım türküyü  dinlerim saatlerce .

Bu türküyü nerede duysam üzerime bir yorgunluk ağırlık çöküyor mesala durgundur, hüzünlüdür , acıdır, yaşanmışlıktır, hatta sek bir rakı içme isteği uyandırır .
 Herkes kaybettiği kadar içecek Bu massdan en son sen kalkacaksın diyorlar..

Hele eski sevgilin mutlu hele senle olduğundan daha mut görünüyorsa işte orada bir sorun vardir . Daha çok içersin daha çok dinlersin.........duygularım darma duman olmuş  aklım firarda ......


27 Haziran 2019 Perşembe

Hangimiz Sevmedik Sevmenin Bendeki Yorumu

Hangimiz  Sevmedik

Hangimiz düşmedik kara sevdaya
Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi
Hangimiz bir kuytu köşe başında
Bir vefasız için yol gözlemedik

Hangimiz düşmedik kara sevdaya
Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi
Hangimiz bir kuytu köşe başında 
Bir vefasız için yol gözlemedik

Herkesten bir anı saklar bu yollar
Herkesin acısı  sevgisi kadar
Güzelemiş, çirkinmiş ne farkeder ki
Deli gibi sevmek ruhumuzda var


Aşığın gözü kör kulağı sağır
Doğruyu,yanlışı ondan görmedik
Yakıldı  yıkıldı yine de sevdik
Ah o vefasizlar kıymet bilmediler

 Böyle bir şey nasıl anlatılır bilmiyorum. Sadece düşünüyorum, eksik bir bulmaya çalışıyorum. Sonunda hep tebessüm  edip bir daha seviyorum . Sanki hiç bir şey eksik gelmiyor . Sıradan bir insanın bulacağı her şeyi seviyorum nasıl  bir şeydir bilmiyorum.


Düşündükçe insanın içini çoşkuyla dolduran, sevgin sana acı getirsede hayata daha umutla  baktıran, hayatı sevdiren  ve hayatı sevdirdiği için sevileni daha bir sevdirendir.

Vardır illaki eksik bir yanı  diye çıkmak ama eli boş dönmektir ve o boş ellerine bakıp daha güzel sevmektir. Aşkın en mavi koyu hallerinden  en pazarlıksız, en gözü kara, en vurdumduymazını içinde yaşattığın için, yaşatana defalarca aşık olursun.

Sanki bir rüyaya tekrar başlamak gibi aşık olduğun her şeye  yeniden aşık olurum.
 
Bu hayatta  Aşık olduğum  bide GALATASARAY var çoçuklum derler benimde öyle aşığım her zerresine.......

SEVMEYİ, AŞIK OLMAYI , SEVİP GECELERCE İÇMEYİ, ADAM GİBİ SEVMEYİ " MÜSLÜM BABA'dan ÖĞRENDİK .....MÜSLÜM BABA DAİMA KALBİMİZDE.....


26 Haziran 2019 Çarşamba

Nerden Bileceksiniz Bendeki Yorumu


Nerden Bileceksiniz
                                               
Üstüm başım toz içinde
Önüm arkam pus içinde
Sakallarım pas içinde
Siz benim nasıl  yandığımı
Nerden bileceksiniz

Bir fidanim derildim
Fırtınaydım duruldum
Yoruldum çok yoruldum
Siz benim neler çektiğimi
Nerden bileceksiniz

Taş duvarları yıkıp geldim
Demirleri söküp geldim
Hayatımı yakıp geldim hey
Siz benim neden kaçtığımı
Nerden bileceksiniz


Gökte yıldız söner şimdi
Annem beni anar şimdi
Sevdiğim var kanar gibi
Siz benim niye içtiğimi nerden bileceksiniz
         
Bir pınardım kan oldum
Yol kenarı han oldum
Yanıldım ah ziyan oldum
Siz benim neden sustuğumu
Nerden bileceksiniz
   
Ben ardımda yaş bıraktım
Ağlayan bir eş bıraktım
Sol yanımı boş bıraktım hey
Siz benim kime küstüğümü
Nerden bileceksiniz


Bazen bir kahve yudumlayıp bir şarkı açarsın, susarsın ve o şarkı senin söylemek istediğin her  şeyi söyler  ya bu da öyle bir şarkı işte. Her  dinlediğimde  hayat bir film şeridi gibi geçer gözümün önünde .

Çünkü  bazen insan susmak ister  konuşmak istemez  içine atar ,biriktirir. Ama insanlar sana hiç  de o gözle bakmaz insanoğlu nankördür  bilmeden söylenir  .

Hayatımdan  pek fazla bahsetmek istemem çünkü beni böyle bilsin istiyorum böyle tanıdılar çünkü . Ama sizlere kısa da olsa İstanbulda geçirdiğim hiçte iyi olmayan pek öyle görünmeyen kimliğimi açıklıyım.....

 Nerden bileceksiniz  ki : İstanbul'a ilk geldiğim zamanlardı zor günlerimdi. Daha yeni yeni tanimaya başlıyordum sokakları,insanları semtleri hiç görmediğim  yerleri  daha yeni yeni maddeleri (uyuşturucu) tanıyordum  onları sattıklarını vb.detaya girmeyelim daha da anladınız. Aradan bir yıl geçti arkadaşlarım oldu daha fazla kişi tanimaya başladım  . Taniďiğım kişilerde kendi yolunda bağımlıydılar  sürekli ikram ediyorlar sende dene bir şey olmaz aradan git zaman gel zaman  bizde arkadaş kurbanı olduk attık bir tane şeker onların tabiriyle  zamanla bağımlı olduk   gun geçtikce daha kötü oluyorsunuz    canınız daha da çekiyor  paraniz bitiyor  başka kötü işlwr yapiyonuz yani hırsızliķ, gasp  gibi. Aradan 6 geçmişti evdekilerle aram açilmiş garip anam hep gördüğün de ağlıyor bende para para derdim hep aklım hep şekerdeydi.  Bir gün evden kaçtım  sokaklarda kalıyordum arkadaşlar hani televizyonda görürsünüz inşaatta bazende dışarda ates yakip sabahlardık biz  tam 3  ayım dışarda géçti neler görmedim ki onca dışar kalmış  insanlar 7  70 kadar  insanlar her akşam titreyen biz ve biralarını yudumlayan yaşlı insanlar  vb.  Duygulandım bir an kötü oldum şimdi..velhasil 3 ayın sonunda beni buldular dokaklarda daha doğrusu yakaladılar gitmek istemiyordum daha doğrusu direndim ama faydası olmadı kafam güzelken yakaladılar  ve o günden sonra hayatım değişti ve şimdi burdayim yani üniversitedeyim............. üstü kapalı anlattım derine girmek istemedim .......yani diyecegim o ki NERDEN BİLECEKSİNİZ  BENİ ........



Bu şaŕkıları ancak Ahmet KAYA bu kadar güzel söyler o duyguyu geçirir..


25 Haziran 2019 Salı

Turnam Gidersen Mardin'e Beni de Götür



Turnam gidersen Mardin'e
Turnam yare selam söyle
Karlı dağların ardına
Turnam yaré selam söyle

Turnam gidersen aktaşa
Karlı dağlar aşa aşa
Hem kavime  hem kardaşa
Turnam yare selam söyle

Turnam gidersen Mardin'e
Turnam yaré selam söyle
Karlı dağların ardına
Turnam yare slm söyle

Turnam gidersen aktaşa
Karlı dağlar aşa aşa
Hem kavime hem kardaşa
Turnam yare selam söyle



 Bu şarkıyı hep dinlerim Mardin'e gidip geldiğimde  daha çok dinledim.......... çünkü aşık oldum ...........böyle başladı  benim Mardin aşkım

  Günler, aylar,yıllar sürer bazıları hiç yılmadan hep anlatırlardı Mardin'i  bir masal gibi. Ah bir gitsen bir görsen  Mardin'i  İstanbul' u unutursun derlerdi bana. Zordur insanın yaşadığı,  alıştığı, zorlukları aştığı, gençliğini  geçirdiği ilk aşık olduğu şehri  unutması değil mi?

Ama Mardin'e gidip yeniden doğarak döndüğünde  evet haklısın gerçekten, başka bir dünyaya ayak basmışsın gibi oldu bana. Hani ilk bakışta aşık olursun ya evet ben de aynı öyle aşık oldum Doğunun Güneşine .

Hani derler ya geldim,gördüm, sevdim, şaşırdım,alıştım benim sandım......... hep buradaymışım ne bir yabancılık çektim ne beni yabancı gördüler bu şehirde . Sokak aralarında  oynayan çocukların o masum bakışı  yeter di sizi Mardin' i anlamanıza....





Bu şehirde yaşayanlar, evler, merdivenler,damda Mezopotamya'nın eşşiz görüntüsü ,akşamleyin görüntüsü anlatılmaz yaşanır......derim...
Tek kelimeyle  "MEDENİYETLER ŞEHRİ "

Bu sözle bitirmek istiyorum:
Devran oldum,seyran oldum,hayran oldum

24 Haziran 2019 Pazartesi

Baba Bana Masal Anlat Şarkısının Yorumu




Bana Bir Masal Anlat Baba
Bana  bir masal anlat  baba
İçinde bütün oyunlarım
Kurtla kuzu olsun şekerle bal
Baba bir masal anlat baba
İçinde denizler balıklar
Yağmurla kar olsun güneşle ay
Anlatırken tut elimi
Uykuya dalıp gitsende bile
Bırakıp gitme sakın beni
Bana bir masal anlat baba
İçinde  tüm  sevdiklerim
İçinde İstanbul olsun


     Yine o gün, yine o korkunç gün , yürüyorum  mezarlığa doğru  adım adım . Slm verdim , işte geldim baba mezarının başında duruyorum. Baba buraya ne zaman  gelsem konuşamıyorum. Olmuyor. Nasılsın, iyisindir  değil  mi?  Beni yalnız bırakma ,gitme demiştim. Koskoca  17  yıl az değil  sensizim baba.....
  Bu şarkıyı ne zaman dinlesem, ertesi gün  babamın mezarında  bulurum kendimi. Buraya ne zaman gelsem o gün aklıma gelir. Son mutlu günüm ve babamın vurulduğunun   söylendiği an gelir aklıma kara gün derim o güne  .....
Çünkü  daha yedi yaşındaydım  ve babasız kaldım .......
 

11 Haziran 2019 Salı

Yola Çıktım Mardine Türküsünün Hikayesin

Çok eskiden, Midyat çevresinde çok zengin bir ağa yaşarmış. Bu ağanın, güzeliği tüm Mardin’in dilinde olan, akıllı, becerikli, dünya güzeli Halime adında bir kızı varmış. Halime’nin talibi çokmuş, her gün evlerinin kapısını görücüler geliyormuş fakat babası başlık parası istediğinden görücüler parayı çok bulur, geri dönerlermiş. Bir gün Estel’den yaşlı bir kadın Halime’yi oğluna istemek için evlerine görücü gelmiş. Bu arada Halime oğlanı, oğlan da Halime’yi görmüş, birbirlerini beğenmişler, aşık olmuşlar. Birbirlerini çok sevmişler fakat Halime’nin babası 40 bin lira başlık parasi isterim diye tutturmuş. Oğlan fakirmiş fakat Halime’yi de çok severmiş. Sonunda başlık parasını biriktirmek için gurbete yollara düşmüş, çok uzaklara çalışmaya gitmiş. Halime de sevinmiş, parayı biriktirip gelecek, düğünümüz kurulacak diye fakat oğlan ne gelmiş, ne bir haber göndermiş. Halime çok beklemiş, oğlan da dönmemiş. Halime’ye de, oğlana da ne oldu bilinmez. Bu türküyü de kimin söylediği belli değildir.
Yola çıktım Mardin'e
Düştüm senin derdine
Mevlam sabırlar versin
Yarini yitirene
Estel Midyat arası
Sevdan başım belası
Senin baygın gözlerin
Merhem yürek yarası
Estel yolun yarısı
Yandı başım arası
Bana gurbet gezdirir
Kırk bin başlık parası

6 Haziran 2019 Perşembe

Ela Gözlüm türküsünün hikayesi

Çok geniş bir alanı kapsar Çukurova. Ovalar, dağlar, vadiler, uçurumlar kucaklaşır birbirleriyle. Böylesine değişik özellikte doğa yapısı vardır. Her birinin ayrı bir çekiciliği büyüler kişiyi. Güzellikte birbirleriyle yarışırlar sanki. İnsanları da doğanın bu yapısına benzer özelliktedir. Kiminin ocağında et, kimininkinde dert kaynar. Kiminin ocağında da hiçbir şey kaynamaz. O nedenle Akdeniz’den doruklarına dek sanat kokar Çukurova. Verimli topraklarından destanlar fışkırır, masallar fışkırır, türküler fışkırır. Ozanı, yazanı çoktur Çukurova’nın. Onlardan biri de Karacaoğlan.
Saz elinde, türküler dilinde kara çadırından fırlayıp çıkar bir gün. Gönlü ve gözü uzaklardadır. Bu büyülü topraklardan uzaklaşıp başka güzeller, başka güzellikler arayacaktır. “Gönül ne gezersin sarp kayalarda/ İniver aşağı yola gidelim/ Bir güzel sevmeyle gönül eğlenmez / Güzeli çok olan ele gidelim.” diyerek düşmüştü yola. Yakınlarda sevgilisi vardı. Ona veda etmeyi düşündü. Gözleri yaşlıydı sevgilinin. “Gitme!” diye yalvarmayacaktı. Yararı yoktu bunun. Kararı verdi mi dur durak bilmezdi. Yakınlarda ulu bir ardıç vardı. Ona doğru birlikte yürüdüler. “Bir türkü söyleyip öyle git; bir daha seni ne zaman görürüm, sesini ne zaman duyarım kim bilir?” dedi kolları boynunda Karacakız. İşte bu türküyü o zaman çalıp söyledi Karacaoğlan.
Elâ gözlüm ben bu ilden gidersem
Zülfü perişanım kal melûl melûl
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla göz yaşını sil melûl melûl
Yiğit, ey sevdiğim sen seni gözet
Karayı bağla da beyazı çöz at
Doldur ver bâdeyi, bir dahi uzat
Ayrılık şerbetin ver melûl melûl
Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yâr melûl melûl
Karaca Oğlan der ki, ölüp ölünce
Ben de güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ile vâsıl olunca
Dostlardan haberim al melûl melûl

2 Haziran 2019 Pazar

Kırmızı  Gül Demet Demet

Kırmızı gül demet demet,
Sevda değil bir alamet,
Balam nenni, yavrum nenni
Gitti gelmez ol muhannet
Şol revanda balam kaldı,
Yavrum kaldı, balam nenni...

Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar... Yetiştirdikleri ürünü de kervana katıp, REVAN'da satıyor Memet... Memet de Memet hani... Karayağız bir delikanlı... Taşı tutsa, suyunu çıkaracak kadar güçlü. Bir de alışkanlığı var Memet'in. Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına.. Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti... Sevgi saygı simgesi. Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana... Onlara baktıkça oğlunu görür gibi oluyor... Hele Memet kervandaysa. Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetinde ananın. Rüyaları hep Memet üstüne... REVAN yollarını düşlüyor hep. Kimi zaman kara saplanmış görüyor kervanı. Kanter içinde uyanıyor. hayra yormaya çalışıyor. Kimi geceler de toza dumana katılmış kervanın, atının eşeğinin devesinin bir toz bulutu içinde kayboluşunu düşlüyor. Bir hortum, yutuyor kervanı. Koca kervan döne döne göğe çekiliyor. Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de insan kalıyor. Memet'i arıyor gözleri. Kara yağız, kaytan bıyık Memet, ellerini uzatıyor anasına. 'Tut ellerimi' diyor. Ama ne gezer. Anasının elleri boşlukta kalıyor. Sözün kısası günü gelip de kervan REVAN'dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor.

31 Mayıs 2019 Cuma

Bitlis'te Beş Minare türküsünün hikayesi

 
   Karış karış Anadolu  toprağının içindeki yaşanmışlıkların nakış nakış işleyen türkülerimiz.

    Türkülerimiz bizi bize anlatan milletimizin benliğini oluşturan ve binlerce yıllık saz söz ustalarının gönüllerinden damla damla akıp gelen türkülerimiz .....
   Son asırda Âşık Veysel, Hacı Taşan, A.M.Şerif,Neşat Ertaş.....vb.  gibi büyük üstadlarımız   bize bu duyguları doya yaşattılar. Hepside bir acının, bir çığlığın, dünya dolusu, duygunun dillere karışık bulmasıdır. O türkülerki isimsiz kahramanların  içlerindeki  duyguları  çağlar  ötesine  haykırabildiği yegane miraslarımizdır. Pek çok türküyü  dinler geçeriz ,  ancak   ardında nice hikaye vardır,bunu pek bilmeyiz. Bu  yüzden   defalarca dinlediğimiz  türkülerin ardındaki perdeyi  aralayarak geçmişimize ışık tutan türkülerin hikayelerini anlatmaya devam ediyorum.  Bu defada  doğup  büyüdüğüm canım memleketım BEDLIS /BİTLİS' dillere destan olmuş türküsünün hikayesi anlatacam....
 
     1916    yılında  Bitlis Rusların eline düşmüş.
    Bir taraftan Ruslar işgal ediyor,  diğer yandan Ermeniler.  Tam anlamıyla bir zulum .  Yiğit cefali Anadolu kadını bos durur  mu?  Eline kazmayı,  küreği  alıyor kocasıyla hucum ediyor    Rusların  üzerine.   Ve  Ruslar Van ve Bitlis' ten çekilmek zorunda kalıyor .
    Ancak Bitlis öylesine perişan bir hale geliyorki tam anlamıyla yangın yeri. Bitlis beş yaşındaki   bebeğin diri diri  toprağa  gömülcesine ağlıyor. Koskoca şehirde  tek canlı bile kalmıyor.  Şükür  ki   böylesine  güç  bir   mücadeleden  sonra  Bitlis tekrar alınmış oluyur.   Bu sırada  zulumdan kaçan insanlarda oluyur.  Kimi sakat kimininde  ayakta duracak  mecali kalmıyor. 
     İşte  bu garebet içinde içlerinde biri  de küçük oğlunu alıp bir yerlere saklanıyor.  Daha sonra  Bitlis ' in kurtulduğunu duyunca  geri  dönüyor.  Şehre  hakim konumundaki  Dideban Dağı 'nın eteğinde vardığında içinde dumanların  yükseldiği  şehre  şöyle bir bakıp oğluna diyor  ki:
   
     Evladım git bak bakalım   şehirde ne olmuş  ne bitmiş ?   Sağ kalan var  mı? Evimiz barkımız  geride bıraktıklarımız  ne haldedir?
   Oğlu gidiyor Bitlis'in  içine.  Baba ise perişan bir halde!  Daha  sonra  oğlu geri dönüyor  ve uzaktan babasına  bakıp ağlamakli sesiyle :
    Baba şehirde  yaşama dair  hiçbir iz yok. Bitlis 'te  sadece  beş minare ayakta kalmış  geri kalan her  şey  harap olmuş  diyor.
  Bunu  duyan baba kahroluyor.  Adeta  bütün dünyası başına yıkılıyor.  Sankı gozlerinden  yaş değil  kan   damlıyor  ve yüreğine dokunan acı   dudaklarından  dökülürken   ağıt  yakarak oğlunu  yanına çağırıyor.

     
   Bitlis'te Beş  Minare

Bitlis'te  beş minare
Beri gel oğlan beri gel 
İsterem yanan gelim
Beri gel oğlan beri gel
Cebimde yok beş pare
Beri gel oğlan beri gel
Tüfengim dolu saçma
Beri gel oğlan beri gel
Kaçma  sevdiğim kaçma
Beri gel oğlan beri gel
Doksan dokuz yarem var
Beri  gel oğlan beri gel
Bir yare de sen açma
Beri gel oğlan beri gel
 
 
Buda benim  yaşadığım  Bitlis'in en güzel ilçesi olan tabiki benim için HİZAN 
Burnumda tütüyorsun HİZAN  özledim  en kısa zamanda buluşmak dileğiyle

30 Mayıs 2019 Perşembe

İSTİKLAL MARŞI HİKAYESİ

    Yurdumuzun düşman işgaline uğradığı felaket günlerinde Genel Kurmay Başkanı İsmet (İnönü) Paşa düşmana karşı Anadolu’da tutuşan heyecanı koruyacak; vatan sevgisini ve inancı Canlı tutacak bir marşın hazırlanması gerektiğini düşünür. Fransız ordusunda böyle bir marşın olduğunu ve bizim ordumuzda da olursa ordu için çok faydalı olacağı Milli Eğitim Bakanlığına iletir.

     Milli Eğitim Bakanlığı da bu düşünceyi yerinde bulup bir yarışma düzenler ve beğenilen güfte için 500 lira ödül verileceğini açıklar. Yarışmaya 734 şiir gönderilir. Bir kurul tarafından şiirler incelenir ve 6 tanesi ayrılır. Ancak ayrılan şiirlerin marş niteliği taşımadığına karar verilir.

     Bu sıralarda Burdur Milletvekili olan Mehmet Akif’in para ödülünden rahatsızlık duyduğu için yarışmaya katılmadığı öğrenilir. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi şairin Meclis’teki sıra arkadaşı Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey’in yardımını ister.

     Hasan Basri Bey Mehmet Akif’i marş yazmaya nasıl ikna ettiğini şöyle dile getiriyor:

    Akif Bey’in yanımda olduğu bir zaman, elime bir kağıt parçası alarak,onun dikkatini çekecek bir tarzda yazmaya başladım.
   -Ne yazıyorsun?
    -Marş… İstiklal Marşı yazıyorum.
     -Yahu sen ne adamsın? Seçilecek şiire para ödülü verileceğini bilmiyor musun? İçinde para olan bir işe nasıl katılıyorsun?
-Yarışma kaldırıldı? Seçilecek şiire ne para verilecek, ne de her hangi bir ödül. Milli Eğitim Bakanı bana güvence verdi.
-Ya, o halde yazalım.

     Bu şekilde yazılmaya başlanan ve 2 günde bitirilen İstiklal Marşı, imzasız olarak Milli Eğitim Bakanlığının oluşturduğu seçici kurula sunulur.        Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, daha önce seçilen 6 şiirle birlikte yeni şiiri Ordu Komutanlarına gönderir. Onlardan, şiirlerin askerlere okunmasını, beğenilenleri sıralamalarını ister.
   Komutanlar, kısa sürede sonucu bildirdiler: Hepsi de Mehmet Akif’in şiirini birinci sıraya almıştır.

   Sıra İstiklal Marşı’nın T.B.M.M’ne getirip kabul edilmesine gelmiştir. Marş, ilk olarak Meclis’in 1 Mart 1921 Günü yaptığı ikinci oturumunda ele alınır. Başkan Mustafa Kemal’in söz vermesi üzerine Hamdullah Suphi kürsüye gelerek, sık sık alkışlarla kesilen şiiri okur ve son seçimin Meclis’e ait olduğunu söyler. O gün oylama yapılmaz.

     Bazı milletvekilleri, bir komisyon kurularak şiirin yeniden incelenmesini, bazıları da hemen görülüp karara bağlanmasını isterler, uzun süren tartışmalardan sonra İstiklal Marşı çoğunluk tarafından Milli Marş’ımız olarak kabul görür.

             
İSTİKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

10.YIL MARŞ'NIN HİKAYESI

                                              

  • Onuncu Yıl Marşı, Cumhuriyet'in 10. yıl kutlamaları için 1933'de düzenlenen marş yarışmasının galibi marştır.


Sözleri :Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel'e aittir.
     Marşın bestesini Cemal Reşit Rey yapmıştır.
Cemal Reşit Rey uzun süre uğraşıp, herkesin coşku ile birlikte söyleyeceği bir marş oluşturmaya çalışır. Ancak ağabeyi Ekrem Reşit'e yaptığı çalışmayı bir türlü beğendiremez. Sonunda mehter ritmi gelir aklına Cemal Bey'in, besteyi yapar ve herkesin rahatlıkla söyleyebileceği bir eser çıkar ortaya.
     Ankara 'da eseri piyanoda çalarak kendi seslendirir. Marşı değerlendirecek olan heyetin içinde bulunan dönemin Milli Eğitim Bakanı Cemal Bey'in "cumhuriyet" sözcüğünde majörden minöre geçtiğini bunu da cumhuriyeti küçük düşürmek için yaptığını iddia eder ancak Cemal Reşit şu örnekle durumu kurtarır:
     "Minör küçük anlamına gelir ama müzikte bu anlamda kullanılmaz. Beethoven'in Napoleone'un kahramanlıkları için yazdığı Eroica'nın ikinci bölümü de do minör tonundadır."
Jüride bulunan bir başkası ise bir kahramanlık öyküsü olan Marseillaise'in de minör tonundan olduğunu söyleyince durum tatlıya bağlanır. Türkiye Cumhuriyeti'nin 10. Yıl Marşı böylece ortaya çıkmış olur. Bu marşın ardından Cemal Reşit, Yedek subay Marşı, Denizciler Marşı, Himaye-i Etfalin isimli çocuk marşı ile
Atatürk için 100. Yıl Marşı'nı besteler..

       CUMHURİYETİN 10.YIL MARŞI
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan
Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

Bir hızda kötülüğü geriliği boğarız
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız
Türküz bütün başlardan üstün olan başlarız
Tarihten önce vardık tarihten sonra varız
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını
Dindirdik memleketin yıllardır süren yasını
Bütünledik her yönden istiklal kavgasını
Bütün dünya öğrendi istiklal kavgasını
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

Örnektir milletlere açtığımız yeni iz
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz
Uyduk görüşte bilgi, gidişte ülküye biz
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

29 Mayıs 2019 Çarşamba

DÖNENCE, DÜNYANIN İKİ AYRI KUTBUNDAKİ MERİDYENLERDİR VE HİÇBİR ZAMAN BİRLİKTE OLAMAZLAR. İNSANIN DOĞASINDA DA İKİ ZIT KUTUP VARDIR. BU, KENDİSİNDE OLMAYANI ARAMA İÇGÜDÜSÜDÜR. ÖRNEĞİN; KIŞ MEVSİMİNDE YAZIN GELMESİNİ BEKLER, YAZIN DA KIŞI ARARIZ. İNSANLAR HİÇBİR ŞEYİN TAMAMINA SAHİP DEĞİLLERDİR. HER ŞEYİN YARISINI YAŞARLAR. ÖRNEĞİN 12 SAAT GECEYİ, 12 SAAT GÜNDÜZÜ YAŞIYORUZ AMA 24 SAAT BOYUNCA GECEYİ VEYA GÜNDÜZÜ YAŞAMIYORUZ. YANİ DEVAMLI BİR BEKLENTİ VE UMUT İÇİNDE YAŞAYIP DURUYORUZ. BU BEKLENTİ VE UMUDUN DA SONU YOK, DÖNÜP DURUYOR


Dönence

Mihriban Türküsünün hikayesi

1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesi bu…
Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genç Abdurrahim köyünde genç bir kız görür, gördüğü kız ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır. Tanışmak nasip olur… Mihriban’ın kelime anlamı: Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasına gelmektedir. İşte bu kız da aynı şeyleri kendi sıfatı yapmıştır. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler.
Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası artık değişir, hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakar… Bu halini gören ailesi, kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce “kız küçük” derler, bahane bulurlar. Bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır, gerçeği söylerler: “Kız nişanlıdır…”
Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim, kızın nişanlı olduğunu duyunca da: “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der.
7 yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılacaktır:
Sarı saçlarına deli gönlümü,
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü,
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.
Yar, deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor,
Lambada titreyen alev üşüyor,
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban.
Önce naz sonra söz ve sonra hile,
Sevilen seveni düşürür dile.
Seneler asırlar değişse bile,
Eski töre bozulmuyor Mihriban.
Tabiplerde ilaç yoktur yarama,
Aşk değince ötesini arama.
Her nesnenin bir bitimi var ama,
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.
Boşa bağlanmış bülbül gülüne,
Kar koysan köz olur aşkın külüne,
Şaştım kara bahtım tahammülüne,
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
Tarife sığmıyor aşkın anlamı,
Ancak çeken bilir bu derdi gamı.
Bir kördüğüm baştan sona tamamı,
Çözemedim çözülmüyor Mihriban.
Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz. Tabi Mihriban da… Bir mektup yazar Abdurrahim’e “Unutmak kolay değil” der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar:
“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep…
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hatıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır.
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce…
Ha işte tıpkı öylece,
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki,
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de,
Unutursun Mihriban’ım.
“Mistik bir olgunlukla, Son bir kez diyor… Son bir kez daha görmek istemezdim… O beni hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın…”


“Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor… O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. “Unutmak kolay mı?” başlığı mektubun. “Unutmak kolay mı? deme/Unutursun Mihriban’ım” diyorum. “Düzen böyle bu gemide/Eskiler yiter yeni de/Beni değil, sen seni de unutursun Mihriban’ım” diyorum…
Bugün de size Mihriban Türküsü'nün hikayesini anlatmak istedim nice boyle aşklara.....