31 Mayıs 2019 Cuma

Bitlis'te Beş Minare türküsünün hikayesi

 
   Karış karış Anadolu  toprağının içindeki yaşanmışlıkların nakış nakış işleyen türkülerimiz.

    Türkülerimiz bizi bize anlatan milletimizin benliğini oluşturan ve binlerce yıllık saz söz ustalarının gönüllerinden damla damla akıp gelen türkülerimiz .....
   Son asırda Âşık Veysel, Hacı Taşan, A.M.Şerif,Neşat Ertaş.....vb.  gibi büyük üstadlarımız   bize bu duyguları doya yaşattılar. Hepside bir acının, bir çığlığın, dünya dolusu, duygunun dillere karışık bulmasıdır. O türkülerki isimsiz kahramanların  içlerindeki  duyguları  çağlar  ötesine  haykırabildiği yegane miraslarımizdır. Pek çok türküyü  dinler geçeriz ,  ancak   ardında nice hikaye vardır,bunu pek bilmeyiz. Bu  yüzden   defalarca dinlediğimiz  türkülerin ardındaki perdeyi  aralayarak geçmişimize ışık tutan türkülerin hikayelerini anlatmaya devam ediyorum.  Bu defada  doğup  büyüdüğüm canım memleketım BEDLIS /BİTLİS' dillere destan olmuş türküsünün hikayesi anlatacam....
 
     1916    yılında  Bitlis Rusların eline düşmüş.
    Bir taraftan Ruslar işgal ediyor,  diğer yandan Ermeniler.  Tam anlamıyla bir zulum .  Yiğit cefali Anadolu kadını bos durur  mu?  Eline kazmayı,  küreği  alıyor kocasıyla hucum ediyor    Rusların  üzerine.   Ve  Ruslar Van ve Bitlis' ten çekilmek zorunda kalıyor .
    Ancak Bitlis öylesine perişan bir hale geliyorki tam anlamıyla yangın yeri. Bitlis beş yaşındaki   bebeğin diri diri  toprağa  gömülcesine ağlıyor. Koskoca şehirde  tek canlı bile kalmıyor.  Şükür  ki   böylesine  güç  bir   mücadeleden  sonra  Bitlis tekrar alınmış oluyur.   Bu sırada  zulumdan kaçan insanlarda oluyur.  Kimi sakat kimininde  ayakta duracak  mecali kalmıyor. 
     İşte  bu garebet içinde içlerinde biri  de küçük oğlunu alıp bir yerlere saklanıyor.  Daha sonra  Bitlis ' in kurtulduğunu duyunca  geri  dönüyor.  Şehre  hakim konumundaki  Dideban Dağı 'nın eteğinde vardığında içinde dumanların  yükseldiği  şehre  şöyle bir bakıp oğluna diyor  ki:
   
     Evladım git bak bakalım   şehirde ne olmuş  ne bitmiş ?   Sağ kalan var  mı? Evimiz barkımız  geride bıraktıklarımız  ne haldedir?
   Oğlu gidiyor Bitlis'in  içine.  Baba ise perişan bir halde!  Daha  sonra  oğlu geri dönüyor  ve uzaktan babasına  bakıp ağlamakli sesiyle :
    Baba şehirde  yaşama dair  hiçbir iz yok. Bitlis 'te  sadece  beş minare ayakta kalmış  geri kalan her  şey  harap olmuş  diyor.
  Bunu  duyan baba kahroluyor.  Adeta  bütün dünyası başına yıkılıyor.  Sankı gozlerinden  yaş değil  kan   damlıyor  ve yüreğine dokunan acı   dudaklarından  dökülürken   ağıt  yakarak oğlunu  yanına çağırıyor.

     
   Bitlis'te Beş  Minare

Bitlis'te  beş minare
Beri gel oğlan beri gel 
İsterem yanan gelim
Beri gel oğlan beri gel
Cebimde yok beş pare
Beri gel oğlan beri gel
Tüfengim dolu saçma
Beri gel oğlan beri gel
Kaçma  sevdiğim kaçma
Beri gel oğlan beri gel
Doksan dokuz yarem var
Beri  gel oğlan beri gel
Bir yare de sen açma
Beri gel oğlan beri gel
 
 
Buda benim  yaşadığım  Bitlis'in en güzel ilçesi olan tabiki benim için HİZAN 
Burnumda tütüyorsun HİZAN  özledim  en kısa zamanda buluşmak dileğiyle

30 Mayıs 2019 Perşembe

İSTİKLAL MARŞI HİKAYESİ

    Yurdumuzun düşman işgaline uğradığı felaket günlerinde Genel Kurmay Başkanı İsmet (İnönü) Paşa düşmana karşı Anadolu’da tutuşan heyecanı koruyacak; vatan sevgisini ve inancı Canlı tutacak bir marşın hazırlanması gerektiğini düşünür. Fransız ordusunda böyle bir marşın olduğunu ve bizim ordumuzda da olursa ordu için çok faydalı olacağı Milli Eğitim Bakanlığına iletir.

     Milli Eğitim Bakanlığı da bu düşünceyi yerinde bulup bir yarışma düzenler ve beğenilen güfte için 500 lira ödül verileceğini açıklar. Yarışmaya 734 şiir gönderilir. Bir kurul tarafından şiirler incelenir ve 6 tanesi ayrılır. Ancak ayrılan şiirlerin marş niteliği taşımadığına karar verilir.

     Bu sıralarda Burdur Milletvekili olan Mehmet Akif’in para ödülünden rahatsızlık duyduğu için yarışmaya katılmadığı öğrenilir. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi şairin Meclis’teki sıra arkadaşı Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey’in yardımını ister.

     Hasan Basri Bey Mehmet Akif’i marş yazmaya nasıl ikna ettiğini şöyle dile getiriyor:

    Akif Bey’in yanımda olduğu bir zaman, elime bir kağıt parçası alarak,onun dikkatini çekecek bir tarzda yazmaya başladım.
   -Ne yazıyorsun?
    -Marş… İstiklal Marşı yazıyorum.
     -Yahu sen ne adamsın? Seçilecek şiire para ödülü verileceğini bilmiyor musun? İçinde para olan bir işe nasıl katılıyorsun?
-Yarışma kaldırıldı? Seçilecek şiire ne para verilecek, ne de her hangi bir ödül. Milli Eğitim Bakanı bana güvence verdi.
-Ya, o halde yazalım.

     Bu şekilde yazılmaya başlanan ve 2 günde bitirilen İstiklal Marşı, imzasız olarak Milli Eğitim Bakanlığının oluşturduğu seçici kurula sunulur.        Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, daha önce seçilen 6 şiirle birlikte yeni şiiri Ordu Komutanlarına gönderir. Onlardan, şiirlerin askerlere okunmasını, beğenilenleri sıralamalarını ister.
   Komutanlar, kısa sürede sonucu bildirdiler: Hepsi de Mehmet Akif’in şiirini birinci sıraya almıştır.

   Sıra İstiklal Marşı’nın T.B.M.M’ne getirip kabul edilmesine gelmiştir. Marş, ilk olarak Meclis’in 1 Mart 1921 Günü yaptığı ikinci oturumunda ele alınır. Başkan Mustafa Kemal’in söz vermesi üzerine Hamdullah Suphi kürsüye gelerek, sık sık alkışlarla kesilen şiiri okur ve son seçimin Meclis’e ait olduğunu söyler. O gün oylama yapılmaz.

     Bazı milletvekilleri, bir komisyon kurularak şiirin yeniden incelenmesini, bazıları da hemen görülüp karara bağlanmasını isterler, uzun süren tartışmalardan sonra İstiklal Marşı çoğunluk tarafından Milli Marş’ımız olarak kabul görür.

             
İSTİKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

10.YIL MARŞ'NIN HİKAYESI

                                              

  • Onuncu Yıl Marşı, Cumhuriyet'in 10. yıl kutlamaları için 1933'de düzenlenen marş yarışmasının galibi marştır.


Sözleri :Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel'e aittir.
     Marşın bestesini Cemal Reşit Rey yapmıştır.
Cemal Reşit Rey uzun süre uğraşıp, herkesin coşku ile birlikte söyleyeceği bir marş oluşturmaya çalışır. Ancak ağabeyi Ekrem Reşit'e yaptığı çalışmayı bir türlü beğendiremez. Sonunda mehter ritmi gelir aklına Cemal Bey'in, besteyi yapar ve herkesin rahatlıkla söyleyebileceği bir eser çıkar ortaya.
     Ankara 'da eseri piyanoda çalarak kendi seslendirir. Marşı değerlendirecek olan heyetin içinde bulunan dönemin Milli Eğitim Bakanı Cemal Bey'in "cumhuriyet" sözcüğünde majörden minöre geçtiğini bunu da cumhuriyeti küçük düşürmek için yaptığını iddia eder ancak Cemal Reşit şu örnekle durumu kurtarır:
     "Minör küçük anlamına gelir ama müzikte bu anlamda kullanılmaz. Beethoven'in Napoleone'un kahramanlıkları için yazdığı Eroica'nın ikinci bölümü de do minör tonundadır."
Jüride bulunan bir başkası ise bir kahramanlık öyküsü olan Marseillaise'in de minör tonundan olduğunu söyleyince durum tatlıya bağlanır. Türkiye Cumhuriyeti'nin 10. Yıl Marşı böylece ortaya çıkmış olur. Bu marşın ardından Cemal Reşit, Yedek subay Marşı, Denizciler Marşı, Himaye-i Etfalin isimli çocuk marşı ile
Atatürk için 100. Yıl Marşı'nı besteler..

       CUMHURİYETİN 10.YIL MARŞI
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan
Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

Bir hızda kötülüğü geriliği boğarız
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız
Türküz bütün başlardan üstün olan başlarız
Tarihten önce vardık tarihten sonra varız
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını
Dindirdik memleketin yıllardır süren yasını
Bütünledik her yönden istiklal kavgasını
Bütün dünya öğrendi istiklal kavgasını
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

Örnektir milletlere açtığımız yeni iz
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz
Uyduk görüşte bilgi, gidişte ülküye biz
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

29 Mayıs 2019 Çarşamba

DÖNENCE, DÜNYANIN İKİ AYRI KUTBUNDAKİ MERİDYENLERDİR VE HİÇBİR ZAMAN BİRLİKTE OLAMAZLAR. İNSANIN DOĞASINDA DA İKİ ZIT KUTUP VARDIR. BU, KENDİSİNDE OLMAYANI ARAMA İÇGÜDÜSÜDÜR. ÖRNEĞİN; KIŞ MEVSİMİNDE YAZIN GELMESİNİ BEKLER, YAZIN DA KIŞI ARARIZ. İNSANLAR HİÇBİR ŞEYİN TAMAMINA SAHİP DEĞİLLERDİR. HER ŞEYİN YARISINI YAŞARLAR. ÖRNEĞİN 12 SAAT GECEYİ, 12 SAAT GÜNDÜZÜ YAŞIYORUZ AMA 24 SAAT BOYUNCA GECEYİ VEYA GÜNDÜZÜ YAŞAMIYORUZ. YANİ DEVAMLI BİR BEKLENTİ VE UMUT İÇİNDE YAŞAYIP DURUYORUZ. BU BEKLENTİ VE UMUDUN DA SONU YOK, DÖNÜP DURUYOR


Dönence

Mihriban Türküsünün hikayesi

1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesi bu…
Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genç Abdurrahim köyünde genç bir kız görür, gördüğü kız ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır. Tanışmak nasip olur… Mihriban’ın kelime anlamı: Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasına gelmektedir. İşte bu kız da aynı şeyleri kendi sıfatı yapmıştır. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler.
Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası artık değişir, hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakar… Bu halini gören ailesi, kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce “kız küçük” derler, bahane bulurlar. Bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır, gerçeği söylerler: “Kız nişanlıdır…”
Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim, kızın nişanlı olduğunu duyunca da: “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der.
7 yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılacaktır:
Sarı saçlarına deli gönlümü,
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü,
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.
Yar, deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor,
Lambada titreyen alev üşüyor,
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban.
Önce naz sonra söz ve sonra hile,
Sevilen seveni düşürür dile.
Seneler asırlar değişse bile,
Eski töre bozulmuyor Mihriban.
Tabiplerde ilaç yoktur yarama,
Aşk değince ötesini arama.
Her nesnenin bir bitimi var ama,
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.
Boşa bağlanmış bülbül gülüne,
Kar koysan köz olur aşkın külüne,
Şaştım kara bahtım tahammülüne,
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
Tarife sığmıyor aşkın anlamı,
Ancak çeken bilir bu derdi gamı.
Bir kördüğüm baştan sona tamamı,
Çözemedim çözülmüyor Mihriban.
Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz. Tabi Mihriban da… Bir mektup yazar Abdurrahim’e “Unutmak kolay değil” der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar:
“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep…
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hatıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır.
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce…
Ha işte tıpkı öylece,
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki,
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de,
Unutursun Mihriban’ım.
“Mistik bir olgunlukla, Son bir kez diyor… Son bir kez daha görmek istemezdim… O beni hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın…”


“Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor… O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. “Unutmak kolay mı?” başlığı mektubun. “Unutmak kolay mı? deme/Unutursun Mihriban’ım” diyorum. “Düzen böyle bu gemide/Eskiler yiter yeni de/Beni değil, sen seni de unutursun Mihriban’ım” diyorum…
Bugün de size Mihriban Türküsü'nün hikayesini anlatmak istedim nice boyle aşklara.....

28 Mayıs 2019 Salı

Çanakkale türküsünün hikayesi

 
   Çanakkale Türküsü'nün hikayesi bir mektuptan  kaynak almıstır. Mektubun sahibi ise "Çanakkale Şanlı Tarihine Bir Bakış" adlı kitabın yazarı Emrulla Nutku'nun kardeşi Seyfullah'tır.

  Seyfulla  1903 yılında doğmuştur. Savaştan önceki dönemde Çanakkale Sultanisi adı verilen o dönemdeki lisenin 1.sınıf öğrencisidir. Seyfullah'ın mektubunun üzerinde 19 Eylül 1914 tarihi görülmektedir. Seyfulla bu mektubu Çanakkaleden annesine yazmıştır.
   Seyfullah'ın annesine yazdığı mektup:
   
   
 " Sevgili Anneciğim"
    İki yıldır ayrı yaşadığımız bu hayat artık bitiyor. Sana ve aileme kavuşacağım için çok mutluyum.
   Okulumuz artık hastane olacağı için bizi İstanbul'daki okullara göndereceklermiş. Öğretmenlerimizin büyük kısmı da askere gidiyor,üst dönemlerdeki  ağabeylerimiz ise gönüllü olarak askere gideceklermiş.Türkçe öğretmenimiz bugün sınıfa geldi ancak çok durmadı o da bize veda etti.Giderken bize vakti geldiginde vatana yapılan hizmetin okulda verilen hizmetten daha kutsal olduğunu söyledi.
    Kısa zaman önce sokaklardan askerler geçmeye başladı. "Çanakkale içinde Aynalı Çarşı Anne ben gidiyorum düsmana karşı" türküsünü söyleyerek yürüyorlar. Kimileri at sırtında kimileri develerle yol alıyorlar. Top arabaları  ve mekkareler de onlara eşlik ediyor. Savaş çıkacağını söylediler. İngiliz ve Fransız gemilerinin boğazda dolaştığını duyduk. Gemiler buraları vuracakmış,ancak yakında İstanbul'a gideceğimiz için  ben bunları göremeyeceğim. Oysa görmek isterdim . Sonunda size kavuşacağımı biliyorum.
     
   Babamın ve siz anneciğimin ellerinden öperim,kardeşlerime selam ederim.
                Oğlunuz Seyfulla.

   Çanakkale Türküsü

Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı,of gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde bir uzun selvi
Kimimiz nişanlı, kimimiz evli , off, gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde bir kırık testi
Analar babalar ümidi kesti,off,gençliğim eyvah!
Çanakkale üstünü duman bürüdü
On üçüncü fırka harbe yürüdü off,gençliğim eyvah!
Çanakkale elinde toplar kurudu
Vay bizim uşaklar orda vuruldu,off,gençliğim eyvsh!
Çanakkale türküsü dardır geçilmez
Al kan olmuş suları bir tas içilmez, off,gençliğim eyvah!
Çanakkale'den  çıktım yan basa basa
Ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa, off,gençliğim eyvah!
Çanakkale'den çıktim başım selamet
Anafarta'ya varmadan koptu kıyamet,off, gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni,off,gençliğim  eyvah!
Çanakkale içinde sıra söğütler
Altında yatıyor aslan yiğitler,off, gençliğim eyvah!
     
      Not:  Çanakkale Türküsü Kastamonu yöresine aittir.


Kara Tren türküsünün hikayesi

   
Birden durdu,başını öne eğdi,yere sanki saydammışçasına toprağın binlerce metre derinindeki bir noktaya bakarak : Sanırım artık gelmez dedi .
    Anlamamıştım ,daha doğrusu konuştuğumuz konuyla bir alaka kuramadım. Sonra saf saf kim gelmez diye sordum.....
    Başını kaldırdı, önce gözlerimin taa içine, sonrada ufka baktı.
    Babam dedi. Sanırım artık gelmez!...
    Yıl 1995 Osmanlının birçok  cephede savaştığı her turden levazımın gerekli olduğu gibi herşeyden önce de savaşacak asker lazımdı. Büyük kayıpların verilďiği, gidenlerin geri dönmediği çoğunun akibeti bilinmediği gunler... İnsanımız  istasyonlarda sabahlıyor ...Ümitle beklenen "kara trenler" kara haber getiriyor  çoğu zaman . Anaların,bacıların ,eşlerin,gözleri ağlamaktan fersiz düşmüş çaresiz bekleyeşi ...Bekledikleri bir defa ölmüş ama o her kara tren gelişinde bir defa daha ölen kadınlarımız . Yorgun ,bitkin ve başı eğik kara tren acı bir çığlık atarak  uzaklaşıyor. İnadına yaşatılmaya çalışan ümitleri, o korkuñç bekleyişleri bir ağıta dönüşüyor.

    Kara Tren
Kara tren kara yılan gelmez olaydın,Gül yarimi elimden almaz olaydın ya da bir türküye:
Gözüm yolda gönlüm  darda
Ya kendin gel ya da haber yolla
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup

Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez

Yara bende derman sende
Ya kendin gel ya da bana gel de
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup

Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez

      Ne kadar acı günler ,yokluk, sefalet,açlıkla verilen mücaďele . Anadan babadan,yardan,candan,canandan geçilerek vatana adanmış hayatlar... Cepheye gidenlerin, geride bıraktıkları hasret,özlem, korku, merak ve acı dramına konu olmuş bir türkü . Beklediği gelmeyince demez mi? Geride kalan " kara tren kara yılan gelmez olaydın gül yarimi elimden almaz olaydın"....!
     Ruhu şad olsun ! Bu topraklar için toprağa düşen şehitlerin gazilerin.... Dilerim bu millet bu acıları bir daha yaşamaz ! Yaşamasın .....
Türkülerimiz özümüz yüreğimizin   bam teli,bizi bize anlatan bizi bize tanıtan yürek seslerimizdir. Türküler umuttur, aşktır, özlemdir ,vefadır..... kıvrım kıvrım akan bir nehir gibi yüreklere dolanan sılaya uzanan bir yoldur. Yüreğin gurbetinde yetişen özlemleri kor kor demet demet sunan hasret çiçeğidir . Yaşama sevincinden ölüm acısına kadar vefayı vefasızlığa hasreti ,özlemi,sevgiyi ,inancı, direnci  aşkı kahramanlığı türkülerde hissedip  yaşarız .
   Bugün sizlere hüzün ve çok dokunaklı KARA TREN'nin hüzünlü hikayesini anlatmak istedim..


27 Mayıs 2019 Pazartesi

"ELFIDA" Bir hüzünlü şarkının hikayesi

     " ELFİDA": Bir gerçek dramın şarkısı ,bir yaşanmışlığın... Şarkılar gerçek yaşamdaki olayları anlattığında ne kadar etkili oluyor değil mi? Üstelik ölümle  yaşam arasındaki o kısa  çizgiyi tasvir ediyorsa bir başka oluyor. Sözleri insanin içine işliyor sanki . İşte bu tarife uyan bir şarkının hikayesini sizinle paylaşmak istedim :Haluk Levent-Elfida

     Haluk Levent en çok dinlediğim sanatçılardan birisi. Bu albümündeki "Elfida" şarkısını ilk dinlediğimde çok etkilenmiştim. Bu şarkı hakkında yazmayı düşündüm. Öncelikle "ELFIDA" kelimesinin anlamını öğrendim.

     Elfida:  " Feda etmeyi bilmek ,gözden çıkarmak anlamında, bazen çekip  gitmeyi bilmek , sevdiğini yitirme acısıyla ayakta kalabilmek ...."Arapça bir kelime .
   
Haluk Levent'in oluşturma hikayesi de çok özel . Kanser hastası 16 çocuğun bakımnı  üstlenmiş olan Levent, bu çocuklar arasında bulunan 9 yaşındaki  Elfida'nın vefatıyla yıkılmıştı. İşte bu şarkıyı küçük Elfida için yazmış .Haluk Levent  yazdığı şarkıyı  Elfida'ya dinletmeyi çok istemiş . Ama vefatı nedeniyle bunu gerçekleştirememiş .
Elfida'yı ziyaret eden adaşın anısını aktarmak isterim:
    "Esmerdi,narindi,yaşı ufacıkti,ismim ile ismi benzeşiyordu. Cerrahpaşa hastanesi ağrı merkezinde arkaďaşımın annesini ziyaret ettiğim sırada annesinin ona seslenmesini duyunca bana seslendi sanarak gayri ihtiyari dönüp baktığımda gördüm onu. Tam karşı yatakta yatıyordu ,içim cız etti. Alďığım nefesten ,alabileceğim nefeslerden utandım. Gözlerim doluverdi kendimi  tuttum. Gülümsedim,"benim de adim seninki gibi" dedim. Gülümsedi,elindeki telefonu gösterdi:
" Haluk abim aldı " Bana şarkı yazdı ,klibinde beni oynatacak dedi . "Ama oynamak istemediğimi söyledim" dedi.
   " Biliyorum yapamam"dedi,burkularak.....
     Yaparsın niye yapamayasin ki dedim cevap vermedi ,sustu. Suskunluğu içime dağladı.Söylenmemiş ama binlerce kelime içeren bir suskunluktu.Gene gel dedi "Haluk abim hep geliyor" dedi.
    Haluk Levent bir gün  doktorlar bana gelip bu kızdan ümidinizi  kesin dedi  içim ciz etmişti o an ......
Yazımı şarkının sözleriyle bitirmek isterim.
             ELFIDA
Yüzün geçmişten kalan,aşka tarif yazdiran
Bir alaturka hüzün ,yüzün kıyıma vuran
Anne karnı huzuru ,çocukluğumun sesi
Senden bana şimdi zamanı sızdıran

Şımartılmamış aşkın sessizliğe yakın
Kimbilir kaç yüzyıldır sarılmamış kolların
Sisliydi kirpiklerin ve gözlerin yağmurlu
Yorulmuşsun hakkını almış yılların

Elfida bir belalı başımsın
Elfida beni farketme sakın
Omzumda iz bırakma yüküm dünyaya yakın
Elfida hep aklımda kalacaksın

Elfida sen eski bir şarkısın
Elfida beni farketme sakın
Omzumda iz bırakma yüküm dunyaya yakın
Elfida hep aklımda kalacaksin



Sari Gelin Türküsü'nün hikayesi

Her türkü bir roman gibi....
Anlatılası ne çok şeyler vardır içinde...
    Kimileri benim gibi içinden geçenleri bilgisayarın tuşlarıyla  selamlar,kimileri de sazının tellerine merhaba der türküler çikar ortaya.

     Ben bazen yazdıklarımı bir yerlerden esinlenerek yazarım,türkülerde genelikle  bazı olaylardan sonra yazılır ,okunur.
      Türküler ,söylemek istediklerimizi , müziğide işin içine katarak söylediklerimizdir.
   Bazen bir türkü sizi alir götürür.
Bir örnek verileceği zaman hemen aklıma Sarı Gelin  gelir. Onun hikayesini bilenler bilir ,bilmeyenler için aktarıyorum.
        Gelin,eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak Beyinin kızıdır. Ve saçları sarıdır.Zaten türkü adını da bey kızının sarışın  olmasından alır.
       Erzurum'lu bir delikanlı sarışın Kipçak beyinin kızına âşik olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın  Kipçak kızının arasında büyük bir aşk başlar . Bu aşk Erzurum yoresinde yaşanmaktadır . Günümüzde türkünün hem Ermenice  hem Türkçe  versiyonlerı mevcut olmakla beraber, türkünün Anadolu'nun bağrından çıkan Türkçe bir türkü olduğu yönünde görüşler ağır basmaktadır. Bu iddaa ise Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahi halk edebiyatı ürünümüz yaşıyor olmasından kaynaklanıyor.
       Sarışın Kıpçak kızına âşık olan delikanlının ailesi kız ile evlenmesine  karşı çıkar. Delikanli ise kıza deli gibi âşik  olur ve aşkini şiirle mırıldanarak söyler . Kız bey kızıdır. Zaten bey de kızını vermez bu delikanlıya ... Delikanlı  sarışın  güzel kızı kaçırmaya karar verir ve nihayet kaçırır. Kıpçak Beyinin adamları  iki kaçak aşığın  peşine düşer ve uzun bir takipten sonra bulurlar  ve delikanliyi öldürürler.
             Sarı Gelin Sözleri
Erzurum çarşı pazar  leylim aman aman 
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin 

İçinde bir kız gezer ay nenen ölsün sarı gelin aman 
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim 

Erzurum'da bir kuş var leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Kanadında gümüş var ay nenen ölsün sarı gelin aman 
Sarı  gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Elinde divit kalem leylim aman aman 
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Katlime ferman yazar ay nenen ölsün  sarı gelin aman 
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim 

Palandöken güzel dağ leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Altı mor sümbüllü bağ ay nenen  ölsün sarı gelin aman 
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim 

Vermem seni ellere leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin 

Niceki bu halimse  ay nenen ölsün sarı gelin aman 
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
    
Sarı gelin türküsü ,Kuzeydoğu Anadolu coğrafyasinda ortaya çıkmıştır.Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır.Diğer kavimler Kıpçakları  "sarışın" anlamına gelen "Kuman"  adıyla anmıslardır.